Dinsizler dinsizliklerini yaymak için erkekçe karşımıza çıkmıyorlar. Böyle ortaya şüpheler atarak, zihinleri bulandıracak ve imanları çalacak biçimde korkakça karşımıza çıkıyorlar. Allah’ı inkar teraneleri şimdilerde sökmüyor. Allah’ın olmadığı yalanına kimseyi inandıramadılar. Ama birkaç nesli bu yalanla mahvettiler!
Öte yandan çöl kitabı, çöl bedevîsi, araboğlu gibi galiz, kaba ve aşağılık sözlerle Kur’ân’a saldırdılar. Bu da tutmadı, Kur’ân’ın ve Hazret-i Muhammed’in (asm) yıldızının yükselişini durduramadılar.
İslamofobi masalı uydurdular, kitleleri İslâm’dan korkutmayı hedeflediler. Satılmış bir güruhu silâhlandırdılar, cihad diye ortaya saldılar, Allahü ekber diyerek kafa kestirdiler, karıncayı incitmeyen bir din üzerinden iğrenç plânlar kurdular.
Bu da olmadı. İslâm’ın küresel yükselişinin hızını kesemediler. Hem öyle ki, İslâm ülkelerinde zaafiyete uğrayan İslâm imanı, Avrupa’da, Amerika’da ve modern dünyanın hemen her yerinde gözlerinin önünde, burunlarının dibinde yükseliyordu. Bu durum uykularını kaçırıyordu tabiî ki.
Üç yüz seneden beri bu saldırılar devam ediyor. Bu gelen Kur’ân’ın tahrif edildiği uydurması, bilmem kaçıncı saldırı! Ya tutarsa dercesine… Allah şerlerinden korusun. Âmin.
Başaramadılar, başaramayacaklar, başaramayacaksınız.
Kur’ân baştan itibaren çok sıkı şekilde korunmuş bir kitaptır. Tahrif olma ihtimali yüzde sıfırdır. Dünya tarihinde böylesine korunan başka bir kitap yoktur. Âyetler indiği anda vahiy kâtipleri tarafından yazıldılar ve Ashab-ı Kiram’ca anında ezberlendiler.
Fakat ayetlerin inmesi 23 yıl sürdüğünden, Hazret-i Peygamber (asm) zamanında âyetler inip durduğu için Kur’ân’ı tek kitap haline getirmek haliyle mümkün olmadı. İlk halife Hazret-i Ebu Bekir döneminde Yemame Savaşı’nda yetmiş hafızın birden şehit olması üzerine Hazret-i Ömer harekete geçti. Hazret-i Ebu Bekir’e müracaat ederek, Kur’ân sûrelerinin bir araya toplanarak tek bir kitap halinde yazılı metin haline getirilmesinin zaruretini anlattı.
Hazret-i Ebu Bekir (ra) bu görev için Peygamber Efendimiz’in (asm) vahiy kâtibi bulunan, bütün sûrelerin güçlü hafızı olan, aynı zamanda âlim de olan Zeyd bin Sabit’i (ra) görevlendirdi. Zeyd (ra) güçlü bir komisyon kurdu ve işe başladı. Herkese duyuru yapılarak kimin bildiği bir âyet veya sûre varsa, şahitleriyle beraber komisyona getirmesi istendi. Komisyon üyeleri de zaten güçlü hafızdılar ve inen bütün sûreleri bilmekteydiler. Böylece kurulan komisyon marifetiyle ilk metin ve tek metin, bu gün evimizde okuduğumuz ve dünyanın her köşesinde okunan orijinal metin ortaya çıktı.
Bu, tarihî bir gerçektir. O gün bu gündür çoğaltılan ve basılan Kur’ân metinleri birbirinin aynıdır. Zerrece fark yoktur.
Batıl-hak, Alevî-Sünnî, birbirine muhalif yüzlerce mezhep çıkmıştır. Hiçbirisi de Kur’ân’da ihtilâf etmemiştir. Şimdiki zındıklardan başka…
Kitabı tahrif edildiğinde Cenab-ı Allah, hep yeni bir peygamber ve yeni bir kitap göndermiştir. Eğer Kur’ân tahrif edilmiş olsaydı, muharref bir kitapla dünyayı yaşatmaz, yeni bir peygamber ve yeni bir kitap gönderirdi.
Göndermediğine göre, şu an mevcut olan Kur’ân, Allah’a göre de tahrif olmamış demektir.
Nitekim bunu Kur’ân da teyid ediyor:
“Kur’ân’ı Biz indirdik. O’nun koruyucusu da elbette Biz’iz!” (Hicr Suresi, 9. Ayet)