Alfaloji Forum

Sitemizde şu anda bakım yapılmaktadır. Üyelik istekleri ve konular bakım sonrasında onaylanacaktır.

Bir Eziğin Hatıra Defteri

12 Ekim Pazartesi

Saat 4. Hala uyumadım. Heyecandan midemi bozdum. İsal oldum. Aklıma o geldikçe tuvalete gidesim geliyor. Bazıları heyecanlanınca böyle olurmuş. Ben de o bazılarındanmışım.

Whatsappı açıp melisin fotoğrafına bakıp duruyordum. Ve iki satırlık sohbetimize bakıp gülümsüyordum.
“Kahve için teşekkürler
-rica ederim”

Napmalıydım acaba bir şeyler yazsam mıydı? Acaba ona o anda kaç erkek mesaj atıyordu. Ben de yazarsam onlardan birisi gibi mi olurdum. Cool çocuğu mu oynamalıydım. İşte özgürlük alanım whatsappdaydık. Burada her şey yine daha rahat ve özgürce yaşanabiliyordu. Konuşurken ne gözlerine bakıyor ne de nefesini duyuyordum. Her şey çok daha kolaydı.

Bir şey yazamadım. Tuvalete gittim.


Akşam kuzenim yazdı. Şakayla karışık çeşitli imalarda bulundu. Onun melisten hoşlandığını düşünmeye başlayalı çok olmuyordu. Kesinlikle kankası falan değildi. İnsan kankasını bu kadar sahiplenmezdi. Ve kendi kuzeninden saklamazdı. Sanırım kuzenimle aram açılacaktı.

Derken bir bildirimle bir gruba alındığımı farkettim. Grup bilgisi şöyleydi. Kuzen, Melis, Siz.
Abi sen bunu Devam et wp mi oraya yaz istersen ama yaz
 
31 Ekim Cumartesi

1 haftadır yapayalnız yaşıyordum. Malum elim olaydan sonra iletişim kurduğum tek bir insan bile olmadı. Evim bomboştu. Kafa dinlemem için idealdi aslında. Bundan keyif almıyor da değildim. Bu şekilde zaman geçirirken ailemden bir haber aldım.

Kaş’taki yazlık, salgın sebebiyle ailemin kalmayı tercih edeceği bir meskene dönüşmüştü. Beni de inatla davet ettiler fakat gitmeyi düşünmedim. 1 haftalık olarak düşünülen tadilat işi bitmiş, sanırım uzunca orada yerleşme kararları alınmıştı. Babam bir ara uğrayıp önemli eşyaları götürmeye gelecekti. Özet olarak evimde yapayalnız kalmıştım. Bu bilinçli bir tercihti. Kendimle baş başa kalmak istiyordum, herhangi bir çapkınlık art niyetim için ailemden uzak kalmayı düşünmemiştim. Sadece böyle daha mutluydum.

Bu süre zarfında ingilizce bakımından eksiklerimi tamamlamak için çalışmalara başladım. Boş boş oturmak mantıklı değildi. Zaten okuyor, ve kültür konusunda kendimi zorluyordum.

Tarih koyduğum bu gün öğle vakti kapım çalındı. Kapıyı açtım. Kuzenim karşımda duruyordu. Tek bir omuzdan atılmış spor çantası ve altında üstünkörü çekilmiş dizleri çıkmış bir eşofman altı vardı. Yanaklarının kızarıklığı ve saçlarının neminden spordan çıktığını anladım.

Kapıyı açtığımda olduğu yerde çivilenmiş gibi donakaldı. Bakışmamız bir on saniye sürdükten sonra ağzı istemsizce açıldı:
-ne kadar zayıflamışsın.

“Evet” dedim.
“Ne kadar zayıflamışsın, neredeyse tanıyamadım” ona ne sebeple geldiğini yarı gergin bir tonda sordum. Kendisini içeri davet etmek istemeyen bir beden duruşu arıyordum. Bir elimle kapıya yaslanıp durmayı akıl ettim.
“Konuşalım ya” dedi. Sebep sordum. Üç beş lakırdı ettikten sonra içeri aldım.

Kanepede paralel oturuyorduk. Dirseklerim dizlerimde ellerim birbirine tutar halde aynı yönde oturuyorduk. Yüzüne çıkana kadar hiç bakmadım. “Anlatsana” dedim.
-Anlatsana, neden geldin.

Uzun bir konuşmaydı. Öncelikle melisi 1 senedir tanıdığını, onun neler yapabileceğini tam olarak kestiremediğini, her zaman içinde onunla ilintili “bir takım” üstün hisleri olduğunu anlattı. Benimle takılmaya başladıktan sonra onu tamamen unuttuğunu, ama gel gelelim bana çoktan tavır takınmış olduğunu, her erkekte bulunan bir takım “erkeklik duyguları” sebebiyle geri adım atmak istemediğini, bu sebeple melisle doğal bir şekilde ayrılık yaşayana kadar uzakta kalmanın en mantıklı yol olacağını düşündüğünü anlattı. Melisle “doğal bir ayrılık” yaşadıktan sonra tam bana gelmek üzereyken melisin onu bulduğunu, onun bir takım “kadınsı dürtüler” içerisine girerek kendisini baştan çıkartmaya çalışıp -kendi tabiriyle- “giderayak bu limanı da yakalım” kafasına girdiğini, kendisinin ona karşı beslediği “sâfi duyguları” suistimal ederek 1 yıllık arkadaşlığını iç etmeyi göze alarak “iki kuzen arasındaki bir aşka dayalı kıvılcımları” tetiklemek için şeytani ve gayri ahlaki fikirlere büründüğünü, ve kendisinin bu fikirler karşısıda malup olup yanıma tıpkı benim gibi yaralı bir şekilde geldiğini anlattı.

Ona her şeyin olup bittiğini izah ettim. Ve kibar bir şekilde evimi terk etmedini rica ettim. Özür dileyip gitti. Böylesine densizce hataları affedemezdim.

Sahile gidip bir banka oturdum. Deniz “aylardan kasım” dercesine biraz yaramazdı. Fakat hava güzeldi. Kararımdan vazgeçip koşmaya başladım. Antalyalıların anlayacağı üzere limandan falezlere kadar 7 km aralıksız koştum. Sahilin sonu falezlerle bitiyordu. Geri döndüm. Burası yeşillikle maviliğin birleştiği beach park adında bir bölgedir. Oradan eve ağır ölü adımlarla sürünürken A.. kafesine oturup dinlenmeye karar verdim. Çimliklerin üzerindeki bir sandalyeye oturdum. Sırtım kafeye, önüm denize dönüktü. Dalga sesleriyle ufuk çizgisindeki garip dumansılığı çözmeye çalışıyordum. Derken kafamdan aşağı koca bir bardak çilekli milkshake devrildi. Peşinden tiz bir çığlık patlayıverdi. Ellerimi omuz hizama kaldırıp döndüğümde iki tane ağlamaklı kızı üzerimi peçetelerle silerlerken buldum..
 
31 Ekim Cumartesi

1 haftadır yapayalnız yaşıyordum. Malum elim olaydan sonra iletişim kurduğum tek bir insan bile olmadı. Evim bomboştu. Kafa dinlemem için idealdi aslında. Bundan keyif almıyor da değildim. Bu şekilde zaman geçirirken ailemden bir haber aldım.

Kaş’taki yazlık, salgın sebebiyle ailemin kalmayı tercih edeceği bir meskene dönüşmüştü. Beni de inatla davet ettiler fakat gitmeyi düşünmedim. 1 haftalık olarak düşünülen tadilat işi bitmiş, sanırım uzunca orada yerleşme kararları alınmıştı. Babam bir ara uğrayıp önemli eşyaları götürmeye gelecekti. Özet olarak evimde yapayalnız kalmıştım. Bu bilinçli bir tercihti. Kendimle baş başa kalmak istiyordum, herhangi bir çapkınlık art niyetim için ailemden uzak kalmayı düşünmemiştim. Sadece böyle daha mutluydum.

Bu süre zarfında ingilizce bakımından eksiklerimi tamamlamak için çalışmalara başladım. Boş boş oturmak mantıklı değildi. Zaten okuyor, ve kültür konusunda kendimi zorluyordum.

Tarih koyduğum bu gün öğle vakti kapım çalındı. Kapıyı açtım. Kuzenim karşımda duruyordu. Tek bir omuzdan atılmış spor çantası ve altında üstünkörü çekilmiş dizleri çıkmış bir eşofman altı vardı. Yanaklarının kızarıklığı ve saçlarının neminden spordan çıktığını anladım.

Kapıyı açtığımda olduğu yerde çivilenmiş gibi donakaldı. Bakışmamız bir on saniye sürdükten sonra ağzı istemsizce açıldı:
-ne kadar zayıflamışsın.

“Evet” dedim.
“Ne kadar zayıflamışsın, neredeyse tanıyamadım” ona ne sebeple geldiğini yarı gergin bir tonda sordum. Kendisini içeri davet etmek istemeyen bir beden duruşu arıyordum. Bir elimle kapıya yaslanıp durmayı akıl ettim.
“Konuşalım ya” dedi. Sebep sordum. Üç beş lakırdı ettikten sonra içeri aldım.

Kanepede paralel oturuyorduk. Dirseklerim dizlerimde ellerim birbirine tutar halde aynı yönde oturuyorduk. Yüzüne çıkana kadar hiç bakmadım. “Anlatsana” dedim.
-Anlatsana, neden geldin.

Uzun bir konuşmaydı. Öncelikle melisi 1 senedir tanıdığını, onun neler yapabileceğini tam olarak kestiremediğini, her zaman içinde onunla ilintili “bir takım” üstün hisleri olduğunu anlattı. Benimle takılmaya başladıktan sonra onu tamamen unuttuğunu, ama gel gelelim bana çoktan tavır takınmış olduğunu, her erkekte bulunan bir takım “erkeklik duyguları” sebebiyle geri adım atmak istemediğini, bu sebeple melisle doğal bir şekilde ayrılık yaşayana kadar uzakta kalmanın en mantıklı yol olacağını düşündüğünü anlattı. Melisle “doğal bir ayrılık” yaşadıktan sonra tam bana gelmek üzereyken melisin onu bulduğunu, onun bir takım “kadınsı dürtüler” içerisine girerek kendisini baştan çıkartmaya çalışıp -kendi tabiriyle- “giderayak bu limanı da yakalım” kafasına girdiğini, kendisinin ona karşı beslediği “sâfi duyguları” suistimal ederek 1 yıllık arkadaşlığını iç etmeyi göze alarak “iki kuzen arasındaki bir aşka dayalı kıvılcımları” tetiklemek için şeytani ve gayri ahlaki fikirlere büründüğünü, ve kendisinin bu fikirler karşısıda malup olup yanıma tıpkı benim gibi yaralı bir şekilde geldiğini anlattı.

Ona her şeyin olup bittiğini izah ettim. Ve kibar bir şekilde evimi terk etmedini rica ettim. Özür dileyip gitti. Böylesine densizce hataları affedemezdim.

Sahile gidip bir banka oturdum. Deniz “aylardan kasım” dercesine biraz yaramazdı. Fakat hava güzeldi. Kararımdan vazgeçip koşmaya başladım. Antalyalıların anlayacağı üzere limandan falezlere kadar 7 km aralıksız koştum. Sahilin sonu falezlerle bitiyordu. Geri döndüm. Burası yeşillikle maviliğin birleştiği beach park adında bir bölgedir. Oradan eve ağır ölü adımlarla sürünürken A.. kafesine oturup dinlenmeye karar verdim. Çimliklerin üzerindeki bir sandalyeye oturdum. Sırtım kafeye, önüm denize dönüktü. Dalga sesleriyle ufuk çizgisindeki garip dumansılığı çözmeye çalışıyordum. Derken kafamdan aşağı koca bir bardak çilekli milkshake devrildi. Peşinden tiz bir çığlık patlayıverdi. Ellerimi omuz hizama kaldırıp döndüğümde iki tane ağlamaklı kızı üzerimi peçetelerle silerlerken buldum..
Yhaaa Devamını Niye Anlatmadin Kararlarin benim açımdan doğru
doğru ilerliyorsun
 
31 Ekim Cumartesi

1 haftadır yapayalnız yaşıyordum. Malum elim olaydan sonra iletişim kurduğum tek bir insan bile olmadı. Evim bomboştu. Kafa dinlemem için idealdi aslında. Bundan keyif almıyor da değildim. Bu şekilde zaman geçirirken ailemden bir haber aldım.

Kaş’taki yazlık, salgın sebebiyle ailemin kalmayı tercih edeceği bir meskene dönüşmüştü. Beni de inatla davet ettiler fakat gitmeyi düşünmedim. 1 haftalık olarak düşünülen tadilat işi bitmiş, sanırım uzunca orada yerleşme kararları alınmıştı. Babam bir ara uğrayıp önemli eşyaları götürmeye gelecekti. Özet olarak evimde yapayalnız kalmıştım. Bu bilinçli bir tercihti. Kendimle baş başa kalmak istiyordum, herhangi bir çapkınlık art niyetim için ailemden uzak kalmayı düşünmemiştim. Sadece böyle daha mutluydum.

Bu süre zarfında ingilizce bakımından eksiklerimi tamamlamak için çalışmalara başladım. Boş boş oturmak mantıklı değildi. Zaten okuyor, ve kültür konusunda kendimi zorluyordum.

Tarih koyduğum bu gün öğle vakti kapım çalındı. Kapıyı açtım. Kuzenim karşımda duruyordu. Tek bir omuzdan atılmış spor çantası ve altında üstünkörü çekilmiş dizleri çıkmış bir eşofman altı vardı. Yanaklarının kızarıklığı ve saçlarının neminden spordan çıktığını anladım.

Kapıyı açtığımda olduğu yerde çivilenmiş gibi donakaldı. Bakışmamız bir on saniye sürdükten sonra ağzı istemsizce açıldı:
-ne kadar zayıflamışsın.

“Evet” dedim.
“Ne kadar zayıflamışsın, neredeyse tanıyamadım” ona ne sebeple geldiğini yarı gergin bir tonda sordum. Kendisini içeri davet etmek istemeyen bir beden duruşu arıyordum. Bir elimle kapıya yaslanıp durmayı akıl ettim.
“Konuşalım ya” dedi. Sebep sordum. Üç beş lakırdı ettikten sonra içeri aldım.

Kanepede paralel oturuyorduk. Dirseklerim dizlerimde ellerim birbirine tutar halde aynı yönde oturuyorduk. Yüzüne çıkana kadar hiç bakmadım. “Anlatsana” dedim.
-Anlatsana, neden geldin.

Uzun bir konuşmaydı. Öncelikle melisi 1 senedir tanıdığını, onun neler yapabileceğini tam olarak kestiremediğini, her zaman içinde onunla ilintili “bir takım” üstün hisleri olduğunu anlattı. Benimle takılmaya başladıktan sonra onu tamamen unuttuğunu, ama gel gelelim bana çoktan tavır takınmış olduğunu, her erkekte bulunan bir takım “erkeklik duyguları” sebebiyle geri adım atmak istemediğini, bu sebeple melisle doğal bir şekilde ayrılık yaşayana kadar uzakta kalmanın en mantıklı yol olacağını düşündüğünü anlattı. Melisle “doğal bir ayrılık” yaşadıktan sonra tam bana gelmek üzereyken melisin onu bulduğunu, onun bir takım “kadınsı dürtüler” içerisine girerek kendisini baştan çıkartmaya çalışıp -kendi tabiriyle- “giderayak bu limanı da yakalım” kafasına girdiğini, kendisinin ona karşı beslediği “sâfi duyguları” suistimal ederek 1 yıllık arkadaşlığını iç etmeyi göze alarak “iki kuzen arasındaki bir aşka dayalı kıvılcımları” tetiklemek için şeytani ve gayri ahlaki fikirlere büründüğünü, ve kendisinin bu fikirler karşısıda malup olup yanıma tıpkı benim gibi yaralı bir şekilde geldiğini anlattı.

Ona her şeyin olup bittiğini izah ettim. Ve kibar bir şekilde evimi terk etmedini rica ettim. Özür dileyip gitti. Böylesine densizce hataları affedemezdim.

Sahile gidip bir banka oturdum. Deniz “aylardan kasım” dercesine biraz yaramazdı. Fakat hava güzeldi. Kararımdan vazgeçip koşmaya başladım. Antalyalıların anlayacağı üzere limandan falezlere kadar 7 km aralıksız koştum. Sahilin sonu falezlerle bitiyordu. Geri döndüm. Burası yeşillikle maviliğin birleştiği beach park adında bir bölgedir. Oradan eve ağır ölü adımlarla sürünürken A.. kafesine oturup dinlenmeye karar verdim. Çimliklerin üzerindeki bir sandalyeye oturdum. Sırtım kafeye, önüm denize dönüktü. Dalga sesleriyle ufuk çizgisindeki garip dumansılığı çözmeye çalışıyordum. Derken kafamdan aşağı koca bir bardak çilekli milkshake devrildi. Peşinden tiz bir çığlık patlayıverdi. Ellerimi omuz hizama kaldırıp döndüğümde iki tane ağlamaklı kızı üzerimi peçetelerle silerlerken buldum..
Çok iyi abim devam
 
Uzun suredir kitaplardan bile bu kadar okumanin hazzini alamamistim. Cok iyi bir anlatim.
 
31 Ekim Cumartesi

Arkamı döndüğümde iki tane kızı üzerimi silerlerken buldum. İkisi de oldukça telaşlı, “naptık biz” der gibi endişe ve mütevazı bir tutumla peçetelere sarılır vaziyettelerdi.

Genel olarak agresif veya tepki bir insan değilimdir. Bir olayda her zaman karşı tarafı yumuşatıp, normalleştirmeye çabalarım. Üzerimdeki milkshakeden bir parmak alıp tadarak, “neden çikolatalı almadın” diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştım. İkisi de rahatlamış gibi oldu. Şen bir gülüş takındılar. Başından beri özür dilemekten başka cümle kuramıyorlar, son 15 saniyedir bunları tekrarlıyorlardı. Kız kendi şortuna da döktüğünün farkında olmadan tamamen benim için endişeli bir haldeydi. Arkadaşı ona şortunu gösterdi. Önemsemedi. Sonunda üstümü bir şekilde temizlediler.

Özür ve minnet talepleri o kadar tatlı bir şekilde ısrarla sürüyordu ki. İkisi de oldukça şen, minyon, çıtı pıtı ve modern görünümlü kızlardı. Gözlerinde bazı kızlara özgü o kafalarda soru işareti uyandıran ışıldama yoktu. Bütün samimiyetleri yüz mimiklerinden olduğu gibi, hiç bir filtreleme ve manipülasyona uğramadan direkt aktarılıyordu. Gerçekten samimi olduklarını belli eden, yalan söylemeyeceğine emin olduğunuz bir kişinin yüzünü düşünün. İşte o enerji bunlarda vardı.

Bir kere daha özür diledikten sonra, “tamam, sorun değil, çok büyültülecek bir şey yok, işte bu yüzden milkshakein yanında peçete veriyorlar” diyerek tebessüm ettim. Tebessüm ettiler.
-Ama sen milkshakeinden oldun, ben de konforumdan. Nasıl çözeceğiz bu işi?

“Sana borcumuz oldu” dediler. Aslında genel olarak sadece siyah saçlı olanla konuşuyordum. Beni arka taraftaki masalarına davet ettiler, ve içecek ısmarlamak için söz verdiler. “Ne zarar gelir” diye düşünerek kabul ettim.

Masaya yaklaştığımda iki tane erkek arkadaşlarını masada oturur buldum. İkisi de olanları izlemiş, jest ve mimikleriyle “sen onlara bakma, ah dostum otur hadi” der gibiydiler. Siyah saçlı her şeyin sorumlusu kız elini uzattı: “ bu arada ben Aleyna” elini sıktım. İsmimi söyledim. Bu ritüeli masadaki herkesle tekrarladım.

Kızların yaşları 20 idi. Oğlanlar daha toy duruyordu. Oğlanlara karşı masada babacan bir tavırda olduğumu hissediyordum. Antalyaya okul için gelmişler, hastalık sebebiyle kalmışlardı. Kumral olan çocuk kendini Süheyl diye tanıttı. Esmer ve gözlüklü arkadaşının adı Akın, kumral kızın adı Bade idi. Kafamdan aşağı içeceğini döken Aleynaydı.

Bir süre muhabbetten sonra oğlanların erkek arkadaşları olmadıklarını anladım. Çeşitli konularda muhabbet ettik. İçeceğimi aleyna ısmarlamıştı. Yarım saat böyle geldi geçti.

Derken A... Cafe’nin önünden bisikletiyle Melis geçti. -Antalyada sahil bandında bisiklet sürmek yaygındır. Genelde tercih edilmekle beraber salgından dolayı daha da yaygınlaşmıştır.- Bisikletini aldı ve kafenin önüne koydu. Biz dışarıda oturuyorduk. İçeri yürürken beni gördü. Hemen kafasını çevirip yürümeye devam etti. Güneş gözlüğüne rağmen gözgöze geldiğimizi adım gibi biliyordum. Haline o kadar yansımıştı ki. O anda içim biraz buz kesti. Aleyna farketti ve sordu. “Bir şeyim yok” dedim.
-Bak şimdi kabalığımı farkettim. Burada öğrencisin ve sana kahve ısmarlattım. Kesinlikle bunun rövanşı olmalı..


Akşam eve döndüm. Olanları düşündüm. Bunların hiç birisini artık çapkınlık heyecanıyla yapmıyordum. Sanki öyle bir amaçtan kendimi soyutlamış gibiydim. Aleynanın bana numarasını verip vermemesi umurumda değil gibiydi. Ama vermişti. Ve buna heyecanlanmak şöyle dursun, unutmuştum bile. Yaşanan hiç bir şeyi artık ciddiye alamıyor, ilişkiler konusunda heyecanlı ve meraklı bir tutum sergilemiyordum. Melis bana çok kötü hisler yaşatmıştı. Bu soğuma, Aleynadan çok hoşlanmama rağmen tesirini üzerimde sürdürüyordu. Bunun en büyük kanıtı bu günden bir hafta sonraya kadar Aleynaya tek kelime mesaj atmayacak olmam olabilirdi. Evet onu bir hafta boyunca aklıma bile getirmemiştim. Hiç bir şey umrumda değil gibiydi. Yılgın hissediyordum.

Bu sessizlik bir gece yarısı Aleynanın attığı mesaja kadar bozulmadı.
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst