- Katılım
- 1 Eylül 2019
- Mesajlar
- 92
- Tepkime puanı
- 623
- Yaş
- 30
- Şehir
- İzmir
Eğer eğitim sistemini eleştirirsen ciddiye alınmazsın. Hatta insanlar sana hak veriyor olsa bile -ki aslında verirler- ciddiye alınmazsın.
Neden biliyor musun? Çünkü sana o eğitimi veren hocaların, yıllarını o tuhaf teorik bilgileri anlamak, ezberlemek ve üzerine tezler yazmak için harcamıştır. O okulda okuyan arkadaşların, o okula girebilmek için yıllarını sikindirik sınavlara girerek harcamıştır. O okullardan mezun olan kişiler de yine aynı şekilde yıllarca emek vermişlerdir.
Ve bunun karşılığında, yıllarını harcadıkları o şeyin "değersiz" olduğunu kendilerine bile itiraf edemezler. Kendilerine etseler, bu sefer toplum içerisinde edemezler.
Oysaki put gibi doğru kabul edilen eğitim sisteminin doğruları gün geçtikçe doğruluğunu kaybeder. En basitinden ekonomi/iktisat öğrencilerine mikroiktisat dersinde ilk başta öğretilen şudur: Tüm tüketiciler rasyoneldir ve tercihlerini "Faydamı nasıl maksimum seviyeye ulaştırırım?" düşüncesiyle yaparlar. Sadece Türkiye'de değil bütün dünyada öğretilen mikroekonomi dersi bu teorinin üzerine kuruludur. Eğer günümüz mikroekonomisi kibrit çöplerinden oluşmuş bir evse, bu çöpü çektiğin anda tüm ev yıkılır.
Oysaki tüketiciler rasyonel falan değildir, yalnızca öyle olduklarını zannederler. Zira bilinçaltı, insana sürekli "bu daha pahalı, öyleyse bu daha lezzetli/daha kaliteli/daha iyi olmalı" diye fısıldar. Veya "bunun ambalajı daha hoş, öyleyse bu daha güzel olmalı" diye fısıldar, hatta abartıyormuşum gibi görünsem de bunun bilimsel ispatları vardır; bilinçaltı insana tercih verme aşamasında "bugün neşeli günündesin, bu aslında çok güzel" diye de fısıldar. Ve tüketici tüm bunların etkisinde kalarak karar verir neyden ne kadar tüketeceğine. Gerçekte sağlayacağı "fayda" aslında hiç de ön planda değildir tüketici için. Mikroekonomi derslerinde öğretilenin neredeyse 180 derece aksine...
Bunun en büyük sebebi, bilinçaltının insanların kararları üzerinde bu kadar etkili bir merci olduğunun tıp dünyasında bile yeni yeni kabul edilmeye başlanmasıdır. Önce tıp bunu kabul edecek, daha sonra bunu ekonomistler onaylayacak, daha sonra bunu onaylayan ekonomistler bu teori üzerine yeni bir düzen inşa edecekler ve ondan sonra eğitim sistemine bu yansıyacak... Kaç yıl daha kaybedeceğiz bunların olması için?
Veya gel lan, daha değişik açıdan yaklaşayım sana. Diyelim ki bütün eğitim sistemi doğrulardan ibaret, hani varsayımda bulunuyorum. Peki bu kadar çok doğruyu bir insana 6 yaşından 20'li yaşlarına kadar yüklemek doğru mudur? Ne yapacak çocuk bu kadar "doğru" ile?
Sanırım önümüzde iki mantıklı ihtimal var.
Ya tüm dünya bu eğitim sisteminin doğru ve yararlı olduğuna inanacak kadar aptal.
Ya da, bu yanlış olduğu alenen ortada olan eğitim sistemi kasıtlı olarak dayatılıyor insanlara.
Hayır, yıllardır benim daha makul ve ikisini de ortak potada eriten bir fikrim var bu konu ile ilgili.
Bu eğitim sisteminin "yanlış" ve "zaman kaybı" olmasını isteyen bir grup güç sahibi, kasıtlı olarak bu saçmalıkların "doğru" olduğuna inanan aptallara sunuyorlar bu sistemi. Ve bunun adına "eğitim" deniliyor. Ve daha da kötüsü (veya onlar açısından iyisi), bu sistem kendi içerisinde bir saat gibi tıkır tıkır işliyor. Şöyle ki;
Eğer sen şikayetçi olursan, başka destekçi bulamazsın. Bulsan bile bunları bir yetkilinin karşısında söylemeye cesaret edebilecek başka bir sınıf arkadaşı bulamazsın, çünkü sınıf arkadaşın o okula girebilmek için yıllarca emek vermiştir, bunların karşılığında bir beklentisi vardır ve bunu kaybetmek istemez. Hayal gücümüzü kullanalım, olur ya, tüm sınıf arkadaşlarınızla bir görüş birliğine vardınız ve cesaret de edebildiniz hocaya diklenmek için, bu sefer hocanız bunu kabul etmeyecektir. Zira o hocanız yıllarını, size öğrettiği şeyleri öğrenmeye adamıştır, nasıl olur da kendisinin bilgi bazında hiç önemsemeyeceği birtakım insanlar ona neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretebilir? E hadi, olur ya, hocanız memur kafasında bir adam değildir, kaybetme korkusu da yoktur. Ve hadi, yine bir mucize sayesinde hocanızın hem kendisini hem de o okuldaki tüm meslektaşlarını ikna edip bakanlığa kadar gidebildiğini hayal edelim. Bu durumda yine hiçbir şey değişmeyecektir, zira o bakan da o konuma gelebildiği için yıllarca emek verdiğini düşünmekte ve sahip olduğu makamı kaybetme korkusuna sahip olacaktır. E hadi ************* oldu ya, o bakan da mert ve zeki bir adam çıktı ve sizinle aynı yola baş koydu, bu durumda o da karşısında birtakım kodamanlar, mevki sahibi adamlar bulacaktır. Hiçbir bok değişmeyecektir.
Bak bunu BBC, National Geographic ve Discovery Channel tayfası çok yapar. Bazı belgesellerde Einstein veya Tesla gibi kendi zamanında anlaşılamamış insanların hikâyelerini anlatırlar ve bu belgesellerde Oxford Üniversitesi'nden profesör bilmemgötümün görüşlerine yer verirler. O profesör bilmemgötüm de gülerek ve alaycı bir ifade ile şunları der: "Einstein'ın dediklerini o dönemin insanları anlayamıyorlardı, onu ciddiye bile almıyorlardı hahaha. Çünkü o, bütün kanunları görmezden geliyordu. Hahahaha Einstein'ın yerinde olmak istemezdim doğrusu" (sikimsonik iğrenç yüz ifadesi)
İyi de amını siktiğimin salağı, o Einstein'ı ciddiye almayan adamlar senin gibi birileriydi. Bugün sana bir Einstein gelse, sen de onu dikkate almayacaksın, çünkü bir ambalajı yok onun, bir fiyatı yok. Sen de bugün, tıpkı o eskiden var olan ve şu an küçük gördüğün adamlar gibi bir tavır sergileyeceksin önündeki potansiyel Einstein'a karşı. O zaman ne bu "Ben olsam anlardım ama o dönemin bilim insanları öyleydi işte hahaha" tavırları be dalyarak? Sıfatına sıçtığımın salağı seni.
Neyse moruk, eminim ki öğrencilik hayatında sana da "kendinizi geliştirin" öğütleri veren, idealist mavallar okuyan hocaların olmuştur. Hatta derslerde sana öğretilmeyen bir şeyi bilemediğin için "nasıl olur da bu bölümde okumana rağmen bunu bilmezsin?" diye fırça kayan veya bunun örneğini veren, "öğrenci kalitesi çok düştü yaa" diye söylenen hocaların olmuştur. Fakat eminim ki, bu sözde idealist özde sokaktaki Ahmet'ten hiçbir farkı olmayan ve hasbelkader öğrenim görmüş vasat or*spu çocuğu, sana da sınav sorusu olarak müfredattaki konuyu sormuştur. Daha doğrusu o müfredatta var olan konuyu, kendi öğrencilik yıllarında öğrendiği başka sikimsonik bir konu ile birleştirip öyle sormuştur ve sınavlarında zor soru soran hoca olarak ego tatmini yapmıştır.
Bu, böyle gelip böyle giden olayın adına da "eğitim" denmiştir.
Ne senin sorgulama kabiliyetin gelişmiştir, ne de okuduğunu zannettiğin bilim dalını öğrenmişsindir. Hatta sana dayatılanları öğrenmek için hayattan kopman gerekmiştir.
Ve toplum da bu "eğitim" kavramının karşısında saygı duruşuna geçmiştir.
Sizin eğitim dediğiniz şey eğitimsizlikten ve zaman kaybından başka bir şey değil. Amcamın oğlunu 6 yaşındayken ısırasım gelirdi, öyle sevimli bir şeydi, şimdi çocuk gülmek nedir onu unutmuş. Siz bana neyi anlatıyorsunuz be yolunu siktiğimin çocukları?
Neden biliyor musun? Çünkü sana o eğitimi veren hocaların, yıllarını o tuhaf teorik bilgileri anlamak, ezberlemek ve üzerine tezler yazmak için harcamıştır. O okulda okuyan arkadaşların, o okula girebilmek için yıllarını sikindirik sınavlara girerek harcamıştır. O okullardan mezun olan kişiler de yine aynı şekilde yıllarca emek vermişlerdir.
Ve bunun karşılığında, yıllarını harcadıkları o şeyin "değersiz" olduğunu kendilerine bile itiraf edemezler. Kendilerine etseler, bu sefer toplum içerisinde edemezler.
Oysaki put gibi doğru kabul edilen eğitim sisteminin doğruları gün geçtikçe doğruluğunu kaybeder. En basitinden ekonomi/iktisat öğrencilerine mikroiktisat dersinde ilk başta öğretilen şudur: Tüm tüketiciler rasyoneldir ve tercihlerini "Faydamı nasıl maksimum seviyeye ulaştırırım?" düşüncesiyle yaparlar. Sadece Türkiye'de değil bütün dünyada öğretilen mikroekonomi dersi bu teorinin üzerine kuruludur. Eğer günümüz mikroekonomisi kibrit çöplerinden oluşmuş bir evse, bu çöpü çektiğin anda tüm ev yıkılır.
Oysaki tüketiciler rasyonel falan değildir, yalnızca öyle olduklarını zannederler. Zira bilinçaltı, insana sürekli "bu daha pahalı, öyleyse bu daha lezzetli/daha kaliteli/daha iyi olmalı" diye fısıldar. Veya "bunun ambalajı daha hoş, öyleyse bu daha güzel olmalı" diye fısıldar, hatta abartıyormuşum gibi görünsem de bunun bilimsel ispatları vardır; bilinçaltı insana tercih verme aşamasında "bugün neşeli günündesin, bu aslında çok güzel" diye de fısıldar. Ve tüketici tüm bunların etkisinde kalarak karar verir neyden ne kadar tüketeceğine. Gerçekte sağlayacağı "fayda" aslında hiç de ön planda değildir tüketici için. Mikroekonomi derslerinde öğretilenin neredeyse 180 derece aksine...
Bunun en büyük sebebi, bilinçaltının insanların kararları üzerinde bu kadar etkili bir merci olduğunun tıp dünyasında bile yeni yeni kabul edilmeye başlanmasıdır. Önce tıp bunu kabul edecek, daha sonra bunu ekonomistler onaylayacak, daha sonra bunu onaylayan ekonomistler bu teori üzerine yeni bir düzen inşa edecekler ve ondan sonra eğitim sistemine bu yansıyacak... Kaç yıl daha kaybedeceğiz bunların olması için?
Veya gel lan, daha değişik açıdan yaklaşayım sana. Diyelim ki bütün eğitim sistemi doğrulardan ibaret, hani varsayımda bulunuyorum. Peki bu kadar çok doğruyu bir insana 6 yaşından 20'li yaşlarına kadar yüklemek doğru mudur? Ne yapacak çocuk bu kadar "doğru" ile?
Sanırım önümüzde iki mantıklı ihtimal var.
Ya tüm dünya bu eğitim sisteminin doğru ve yararlı olduğuna inanacak kadar aptal.
Ya da, bu yanlış olduğu alenen ortada olan eğitim sistemi kasıtlı olarak dayatılıyor insanlara.
Hayır, yıllardır benim daha makul ve ikisini de ortak potada eriten bir fikrim var bu konu ile ilgili.
Bu eğitim sisteminin "yanlış" ve "zaman kaybı" olmasını isteyen bir grup güç sahibi, kasıtlı olarak bu saçmalıkların "doğru" olduğuna inanan aptallara sunuyorlar bu sistemi. Ve bunun adına "eğitim" deniliyor. Ve daha da kötüsü (veya onlar açısından iyisi), bu sistem kendi içerisinde bir saat gibi tıkır tıkır işliyor. Şöyle ki;
Eğer sen şikayetçi olursan, başka destekçi bulamazsın. Bulsan bile bunları bir yetkilinin karşısında söylemeye cesaret edebilecek başka bir sınıf arkadaşı bulamazsın, çünkü sınıf arkadaşın o okula girebilmek için yıllarca emek vermiştir, bunların karşılığında bir beklentisi vardır ve bunu kaybetmek istemez. Hayal gücümüzü kullanalım, olur ya, tüm sınıf arkadaşlarınızla bir görüş birliğine vardınız ve cesaret de edebildiniz hocaya diklenmek için, bu sefer hocanız bunu kabul etmeyecektir. Zira o hocanız yıllarını, size öğrettiği şeyleri öğrenmeye adamıştır, nasıl olur da kendisinin bilgi bazında hiç önemsemeyeceği birtakım insanlar ona neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretebilir? E hadi, olur ya, hocanız memur kafasında bir adam değildir, kaybetme korkusu da yoktur. Ve hadi, yine bir mucize sayesinde hocanızın hem kendisini hem de o okuldaki tüm meslektaşlarını ikna edip bakanlığa kadar gidebildiğini hayal edelim. Bu durumda yine hiçbir şey değişmeyecektir, zira o bakan da o konuma gelebildiği için yıllarca emek verdiğini düşünmekte ve sahip olduğu makamı kaybetme korkusuna sahip olacaktır. E hadi ************* oldu ya, o bakan da mert ve zeki bir adam çıktı ve sizinle aynı yola baş koydu, bu durumda o da karşısında birtakım kodamanlar, mevki sahibi adamlar bulacaktır. Hiçbir bok değişmeyecektir.
Bak bunu BBC, National Geographic ve Discovery Channel tayfası çok yapar. Bazı belgesellerde Einstein veya Tesla gibi kendi zamanında anlaşılamamış insanların hikâyelerini anlatırlar ve bu belgesellerde Oxford Üniversitesi'nden profesör bilmemgötümün görüşlerine yer verirler. O profesör bilmemgötüm de gülerek ve alaycı bir ifade ile şunları der: "Einstein'ın dediklerini o dönemin insanları anlayamıyorlardı, onu ciddiye bile almıyorlardı hahaha. Çünkü o, bütün kanunları görmezden geliyordu. Hahahaha Einstein'ın yerinde olmak istemezdim doğrusu" (sikimsonik iğrenç yüz ifadesi)
İyi de amını siktiğimin salağı, o Einstein'ı ciddiye almayan adamlar senin gibi birileriydi. Bugün sana bir Einstein gelse, sen de onu dikkate almayacaksın, çünkü bir ambalajı yok onun, bir fiyatı yok. Sen de bugün, tıpkı o eskiden var olan ve şu an küçük gördüğün adamlar gibi bir tavır sergileyeceksin önündeki potansiyel Einstein'a karşı. O zaman ne bu "Ben olsam anlardım ama o dönemin bilim insanları öyleydi işte hahaha" tavırları be dalyarak? Sıfatına sıçtığımın salağı seni.
Neyse moruk, eminim ki öğrencilik hayatında sana da "kendinizi geliştirin" öğütleri veren, idealist mavallar okuyan hocaların olmuştur. Hatta derslerde sana öğretilmeyen bir şeyi bilemediğin için "nasıl olur da bu bölümde okumana rağmen bunu bilmezsin?" diye fırça kayan veya bunun örneğini veren, "öğrenci kalitesi çok düştü yaa" diye söylenen hocaların olmuştur. Fakat eminim ki, bu sözde idealist özde sokaktaki Ahmet'ten hiçbir farkı olmayan ve hasbelkader öğrenim görmüş vasat or*spu çocuğu, sana da sınav sorusu olarak müfredattaki konuyu sormuştur. Daha doğrusu o müfredatta var olan konuyu, kendi öğrencilik yıllarında öğrendiği başka sikimsonik bir konu ile birleştirip öyle sormuştur ve sınavlarında zor soru soran hoca olarak ego tatmini yapmıştır.
Bu, böyle gelip böyle giden olayın adına da "eğitim" denmiştir.
Ne senin sorgulama kabiliyetin gelişmiştir, ne de okuduğunu zannettiğin bilim dalını öğrenmişsindir. Hatta sana dayatılanları öğrenmek için hayattan kopman gerekmiştir.
Ve toplum da bu "eğitim" kavramının karşısında saygı duruşuna geçmiştir.
Sizin eğitim dediğiniz şey eğitimsizlikten ve zaman kaybından başka bir şey değil. Amcamın oğlunu 6 yaşındayken ısırasım gelirdi, öyle sevimli bir şeydi, şimdi çocuk gülmek nedir onu unutmuş. Siz bana neyi anlatıyorsunuz be yolunu siktiğimin çocukları?