- Katılım
- 9 Nisan 2018
- Mesajlar
- 361
- Tepkime puanı
- 3,201
- Şehir
- Antalya
"Bilmek lânetlenmektir" der Theodor W.Adorno. İnsan homeostasi'yi, yani dengeyi sever. Çocukluğundan itibaren kendisine doğru diye kabul ettirilen şeyleri tıpkı bir dogma gibi benimser ve sorgulamaz.
Oysa, kişi araştırmaya başladığı zaman, bu kesin doğru(!) olarak addettiği şeylerin aslında kesin doğrular olmadığının farkına varır. İşte bu farkındalık acı verir insana. Çünkü yıllarca bunların gölgesinde idame ettirmiştir hayatını.
Aslında bu da bir süreçtir. İnsan bir kayıp yaşadığında önce şok evresini yaşar, ardından inkâr eder ve en sonunda ise kabullenir. Doğru kabul ettiğimiz şeylerin aslında öyle olmadığını öğrenmek başta bizde şok etkisi yaratır, "buna nasıl cürret ederler ?" deriz, ardından bunları inkâr etmek isteriz, karşı argümanlar üretiriz. Bu vakte kadar doğru kabul ettiğimiz şeylerin aslında hiç de öyle olmadıklarını fark etmeye başladığımızda ise işte bu farkındalık acısı ile yüzleşiriz.
Bu tıpkı bir bebeğin doğuşu gibidir. Süreç acı verir fakat sonucu güzeldir. İnsan bu süreçte yıllarca kör bir şekilde bağlı olduğu inançlardan vazgeçmenin acısını yaşar, fakat en nihayetinde, yani bebek doğduğunda işte artık o zaman bir üst basamağa çıkar, yani algısı genişler.
Atina halkının Sokrates'i baldıran zehri ile öldürmesinin esas sebebidir bu farkındalık acısı. Çünkü Sokrat, onların yüzyıllarca doğru kabul ettikleri şeylerin aslında hiç de öyle olmadıklarını göstermiştir.
İnsanların nefreti Sokrates'e değildi, insanların nefreti Sokrates'in onlara sunduğu farkındalığın onlara verdiği acıydı. Bu yüzden öldürdüler Sokrates'i. Sokrat'ı öldürmek ve bu acıdan kurtulmak istediler.
Oysa, kişi araştırmaya başladığı zaman, bu kesin doğru(!) olarak addettiği şeylerin aslında kesin doğrular olmadığının farkına varır. İşte bu farkındalık acı verir insana. Çünkü yıllarca bunların gölgesinde idame ettirmiştir hayatını.
Aslında bu da bir süreçtir. İnsan bir kayıp yaşadığında önce şok evresini yaşar, ardından inkâr eder ve en sonunda ise kabullenir. Doğru kabul ettiğimiz şeylerin aslında öyle olmadığını öğrenmek başta bizde şok etkisi yaratır, "buna nasıl cürret ederler ?" deriz, ardından bunları inkâr etmek isteriz, karşı argümanlar üretiriz. Bu vakte kadar doğru kabul ettiğimiz şeylerin aslında hiç de öyle olmadıklarını fark etmeye başladığımızda ise işte bu farkındalık acısı ile yüzleşiriz.
Bu tıpkı bir bebeğin doğuşu gibidir. Süreç acı verir fakat sonucu güzeldir. İnsan bu süreçte yıllarca kör bir şekilde bağlı olduğu inançlardan vazgeçmenin acısını yaşar, fakat en nihayetinde, yani bebek doğduğunda işte artık o zaman bir üst basamağa çıkar, yani algısı genişler.
Atina halkının Sokrates'i baldıran zehri ile öldürmesinin esas sebebidir bu farkındalık acısı. Çünkü Sokrat, onların yüzyıllarca doğru kabul ettikleri şeylerin aslında hiç de öyle olmadıklarını göstermiştir.
İnsanların nefreti Sokrates'e değildi, insanların nefreti Sokrates'in onlara sunduğu farkındalığın onlara verdiği acıydı. Bu yüzden öldürdüler Sokrates'i. Sokrat'ı öldürmek ve bu acıdan kurtulmak istediler.